Blog

DUYGU DÜZENLEME

"Çocuklar erken yıllarda bağlanmayı ve ilişkilerin nasıl işlediğini öğrenmeye başlar.
Yetişkinlerden nasıl bir destek beklemeleri gerektiğini öğrenirler.
Hangi duygularım beni bağlanma figürüme yaklaştırır, hangileri uzaklaştırır ve iter?"
Hangi duyguları hissetmem insanları bir araya getirir?
Hangi duygular değerlidir?
Hangi duyguları hissedersem sorun yaşarım?"

Duygu düzenleme, ortaya çıkan hislerimizi yönetebilme becerisidir.

Duygu düzenleme bedensel duyumların algılanmasıyla başlar.
"Erken çocuklukta, duyumların farkında oluruz ancak yetişkinliğe uzanırken bedenden duyumlardan uzaklaşırız.
Çocuklar hangi yanlarının ve duygularının ailesiyle kendilerini yakınlaştırdığını veya güvende hissettirdiğini, hangi yanlarının ve duygularının ailelerinden ittiğini, uzaklaştırdığını fark ederler.
Bu durum tekrarlandıkça çocuk neyi ne kadar hissedip, ne kadarını dışarıya vurabileceğine dair deneyimlere sahip olur."



Hissedilmesine izin verilmeyen duygular hiçbir yere gitmez, bedende kalır ve beden farklı baş etme mekanizmaları ortaya koyar. Bunlar hayatta kalabilmemiz için bizi destekler.

Bu stratejilerden bazıları kendi ihtiyaçlarımızı görmezden gelmek, tamamen uyumlanmak, kendimizi aşırı meşgul etmek, sorun çıkarmamak, kimse bize dokunmasın diye başarıya odaklanmak veya hissetmemek olabilir. Bu baş etme stratejileri belki çocukluğumuzda çok işe yaradı ve görevlerini gerçekleştirdi. Ancak bugün yetişkin olduğumuzda ihtiyaçlarımız, yaşımız, sorumluluklarımız hepsi değişti."




HASSAS ÇOCUKLARIN YOĞUN DUYGU DÖNGÜSÜ

"Hassas çocuklar yoğun bir duygu hissettiklerinde döngüleri şu şekilde işliyor."

Duygular fazla gelir ve yardıma ihtiyaç duyar.
Yardıma ihtiyaç duymaktan nefret ediyorum.
Buna direniyorum.
Hislerim daha da şiddetleniyor.
Başka biri duygularım hakkında konuşuyor.
Bu konuşma iyice canımı sıkıyor ama bu duyguyu kendi başıma yönetemiyorum.
Kendi başıma yönetememekten nefret ediyorum. Duygum büyüyor.
“Lütfen benden uzaklaşın” diyorum. İnsanlarda gerçekten uzaklaşıyor.
Bu da benim kötü biri olduğumu onaylıyor ve bir nokta da bu duygu taşıp patlıyor.

Peki çocuklarımızın neye ihtiyacı var?
- Çocukların sağlam, ne yaptığını bilen, çocukların duygularından korkmayan onlara rehberlk eden pilotlara ihtiyaçları var.
- Bize fazla gelmediklerini iyi ve sevilebilir olduklarını bilmeye ihtiyaç duyarlar.
- Gerekli olduğunda kontrolü ele alarak onlara destek olabileceğimizi bilmek isterler.
- Çocukların sağlıklı sınırlara ihtiyaçları vardır. Sınırlar koymak kaba olmak değildir. Şefkatle sınır koymak da mümkündür.
- Bizim duyguları düzenlenmiş bir ebeveyn olmamıza ihtiyaç duyarlar.
- Onları sevdiğimizi, onlarla birlikte olmanın bizi mutlu ettiğini hissetmek isterler.

ÇOCUKLAR ZORLU ANLARDAN GEÇERKEN;

"Çocuklar zorlu anlardan geçerken sık sık şimdi ne söylemeliyim diye düşünür. Ancak o sırada kelimeler nadiren önemlidir."

"Çocuğun sinir sistemi bir tehdit veya tehlike algıladığında (tehdit ister gerçek olsun ister gerçek olmasın) o sırada ne söyleyeceğinizin çok önemi yoktur.

Çocuklar bizim yüzümüze bakarak dünyayı tanırlar. Yüzümüzün, duruşumuzun, ses tonumuzun adeta bir haritasına sahiptirler.
Sinir sistemleri duygu durumumuzdaki en küçük değişimi yakalayabilecek bir dedektör gibi çalışır.

Peki bedenimiz, beden dilimiz neden bu kadar önemlidir?
Beyni her katının farklı işlevleri olan bir ev şeklinde düşünün.
Evin üst katının görevi düşünme, öğrenme kendini kontrol etme gibi daha yönetsel işlevleri gerçekleştirmektedir. Evin bodrum katının görevi ise riski değerlendirmektir.

Eğer bodrum kat tehdit ve tehlike şeklinde alarm verirse üst kat devreye giremez.
Beynin anlayabilmesi, düşünebilmesi veya öğrenebilmesi için öncelikle bedenin kendini güvende hissetmesi gereklidir.
Çocuklar öz düzenleme becerilerini, ebeveynlerinden bakım ve destek alarak ebeveynlerini izleyerek öğrenirler.
Dolayısıyla kendi duygu düzenlememizi yapabilmek çocuğumuza o zorlu anlarda sunabileceğimiz en değerli destek olacaktır."




ÇOCUKLARDAN SEVGİMİZİ FARKINDA OLMADAN NASIL ESİRGERİZ?

Ebeveyn Davranışı:
"Öfke nöbetlerini, duygusal patlama anlarını görmezden gelmek, çocuğa ilgi göstermeyerek durumun sonlanacağını beklemek.
Çocuğun aldığı mesaj:
“Zorlu ve rahatsızlık veren duygularım desteklenmeye layık değil.”
Ebeveyn rehberliği ve birlikte duygu düzenlemenin olmadığı yerde duyguları sağlıklı sağaltım sağlanamaz.

Ebeveyn davranışı:
“Odana git ve bu yaptıklarını düşün”
Bu tutum, zorlu duygular gösterdiğinde çocuğu yalnız bırakmak anlamına gelir.
Çocuğun aldığı mesaj:
“Zorlu duygularım anne babama fazla geliyor, hoş karşılanmıyor, öyleyse hissetmemeliyim.“

Ebeveyn davranışı:
“ Yine mi odanı dağıttın?”
Çocuk istenmeyen davranışlar sergilediğinde küsmek, yanıt vermemek çocukta yanlızlık ve güvensizlik duygusunu tetikler."

“Odana git ve bu yaptıklarını düşün”
Bu tutum, zorlu duygular gösterdiğinde çocuğu yalnız bırakmak anlamına gelir.




ÇOCUKLARIN DUYGULARINI SONLANDIRMA VEYA DEĞİŞTİRMEK İHTİYACINDAN KENDİMİZİ ÖZGÜRLEŞTİRMELİYİZ.
NEDEN Mİ?

"Çünkü çocuğunuzun duygularından siz sorumlu değilsiniz.
Bizler çocuğumuzla bağ kurmaktan, çocuğumuzu beslemekten (fiziksel besleme ve şefkatten) sorumluyuz.

Ancak bir başkasının duygularından sorumlu olmak, onları sonlandırmak yada düzeltmek gerçekçi olmayan bir beklentidir. Bu beklentiyi bir kenara bıraktığımızda, çocuğunuz için daha erişilebilir olursunuz ve onun zihinsel ve duygusal enerjisinin salınmasına da destek olabilirsiniz.

Böylece çocuğunuzun sakinleşmek için hazır olduğu zamanı fark edebilirsiniz.O ana kadar ise kendinizi güçlendirebilir veya yatıştırabilirsiniz. Çocuğunuzun duygusal fırtınasında güvenli limanı sizsiniz.

Çocuğunuzun fırtınayı yönetmesine yardım ederken, fırtınayı sakinleştirme ihtiyacını bir kenara bırakmak, hissedebilmesi için güvenli ve sakin bir liman oluşturmanızı sağlar. Duygusal olarak sakin kalmak onun duygularını bastırmasının önüne geçer.

Çocuğunuz öfkeli, üzgün veya hayal kırıklığı hissettiğinde duygusunu güvenli bir şekilde işleyebilmesi için ona destek sğlamış olursunuz.

Gözlemleyin:
Çocuğunuz veya çevredeki diğerleri güvende mi?
Şu an yalnız kalamaya mı ihtiyacı var? Sakinleşmek için hazır mı?

Bağ kurun:
Yanında, çocuğunuzun göz seviyesinin altında kalın.
“Senin için buradayım” deyin.
İsterse tutun, kucaklayın veya bir elinizi omzuna atın.
“ Şuan sana yakın olmamı mı istiyorsun yoksa yalnız kalmak mı istiyorsun?”
“ Öfkene horon tepelim mi? Öfkeni renklerle boyamak ister misin?”

Onaylayın:
Duygularını onaylayın.
“Gerçekten üzgünsün. Anladım.”
“Çok üzgünsün, gitme vakti geldi”
“ Seni anlıyorum.”
“ Zorlandığını görüyorum. Senin için buradayım”

Destekleyin:
“Kardeşine zarar vermene izin veremem. Vurma ihtiyacın varsa bu yastığa vurabilirsin.”
“O kadar kızgınsın ki çığlık atmaya ihtiyaç duyuyorsun. Hadi gel çığlık atmak için dışarı çıkalım.”

“Bizler çocuğumuzla bağ kurmaktan, çocuğumuzu beslemekten (fiziksel besleme ve şefkatten) sorumluyuz.




ÇOCUKLARIN DUYGULARINI SONLANDIRMA VEYA DEĞİŞTİRMEK İHTİYACINDAN KENDİMİZİ ÖZGÜRLEŞTİRMELİYİZ.
NEDEN Mİ?

"Çünkü çocuğunuzun duygularından siz sorumlu değilsiniz.
Bizler çocuğumuzla bağ kurmaktan, çocuğumuzu beslemekten (fiziksel besleme ve şefkatten) sorumluyuz.

Ancak bir başkasının duygularından sorumlu olmak, onları sonlandırmak yada düzeltmek gerçekçi olmayan bir beklentidir. Bu beklentiyi bir kenara bıraktığımızda, çocuğunuz için daha erişilebilir olursunuz ve onun zihinsel ve duygusal enerjisinin salınmasına da destek olabilirsiniz.

Böylece çocuğunuzun sakinleşmek için hazır olduğu zamanı fark edebilirsiniz.O ana kadar ise kendinizi güçlendirebilir veya yatıştırabilirsiniz. Çocuğunuzun duygusal fırtınasında güvenli limanı sizsiniz.

Çocuğunuzun fırtınayı yönetmesine yardım ederken, fırtınayı sakinleştirme ihtiyacını bir kenara bırakmak, hissedebilmesi için güvenli ve sakin bir liman oluşturmanızı sağlar. Duygusal olarak sakin kalmak onun duygularını bastırmasının önüne geçer.

Çocuğunuz öfkeli, üzgün veya hayal kırıklığı hissettiğinde duygusunu güvenli bir şekilde işleyebilmesi için ona destek sğlamış olursunuz.

Gözlemleyin:
Çocuğunuz veya çevredeki diğerleri güvende mi?
Şu an yalnız kalamaya mı ihtiyacı var? Sakinleşmek için hazır mı?

Bağ kurun:
Yanında, çocuğunuzun göz seviyesinin altında kalın.
“Senin için buradayım” deyin.
İsterse tutun, kucaklayın veya bir elinizi omzuna atın.
“ Şuan sana yakın olmamı mı istiyorsun yoksa yalnız kalmak mı istiyorsun?”
“ Öfkene horon tepelim mi? Öfkeni renklerle boyamak ister misin?”

Onaylayın:
Duygularını onaylayın.
“Gerçekten üzgünsün. Anladım.”
“Çok üzgünsün, gitme vakti geldi”
“ Seni anlıyorum.”
“ Zorlandığını görüyorum. Senin için buradayım”

Destekleyin:
“Kardeşine zarar vermene izin veremem. Vurma ihtiyacın varsa bu yastığa vurabilirsin.”
“O kadar kızgınsın ki çığlık atmaya ihtiyaç duyuyorsun. Hadi gel çığlık atmak için dışarı çıkalım.”

“Bizler çocuğumuzla bağ kurmaktan, çocuğumuzu beslemekten (fiziksel besleme ve şefkatten) sorumluyuz.




AİLE VE ÇOCUK İLİŞKİSİNDE İNTERNETİN YERİ

Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük insan topluluğu olmasına rağmen toplumun temel taşı durumundadır.
Birey doğduğu andan itibaren ailesiyle tanışmakta ve aile bireyleriyle iletişim kurmaktadır. Böylelikle sosyalleşme süreci başlamakta, hayata dair deneyim ve bilgiler elde edilmektedir. Sosyalleşmenin ilk aşaması aile içerisinde gerçekleşmektedir. Özellikle aile bireylerinin karakteri, davranışları ve hayata bakış açıları çocuğun gelişim sürecine doğrudan etki etmektedir. Bu açıdan ailenin çocuk gelişimindeki önemi yadsınamaz derecede büyüktür. İlk eğitim okuldan önce aile içerisinde gerçekleşmektedir. Anne ve babalar, çocuğun hayata dair bilinçlenmesini sağlamaktadır.

Çocuk ve aile üzerine önemli çalışmaları bulunan Haluk Yavuzer, ailenin çocuk üzerindeki rolünü sekiz başlık altında sıralamaktadır (2012: 132): Aile, çocuğun toplum tarafından kabul görmesine yardımcı olmaktadır. Aile, çocuğun sosyal hayatta ve çalışma ortamında başarılı olabilmesi için yönlendirici bilgiler sunmaktadır. Aile, çocuğun karakter ve yeteneklerinin ortaya çıkmasında yol gösterici olmaktadır.

Aile, çocuğun hayatta karşılaştığı ya da karşılaşacağı problemlerin çözümüne yardımcı olmaktadır. Aile, toplum tarafından kabul görmüş tutum ve davranışları çocuğa aşılamaktadır. Aile, çocuğun gelecekte zorluk çekmemesi adına güven duygusunu kazandırmaktadır. Aile, ahlaki alışkanlıkların kazanılmasında çocuğa örnek olmaktadır. Aile çocuğun sosyalleşebilmesi adına çocuk için rol model olmaktadır. İletişim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte hızlı bir toplumsal değişim yaşanmaya başlamıştır. Bu değişimden toplumun en küçük yapı taşı olan ailenin de etkilendiğini söylemek mümkündür.

Aile ve Çocuk Etkileşimi Çocuklar, ailelerin olduğu kadar ülkelerin geleceğinin güvencesi durumundadır. Çocukların yetişmesi ve toplum tarafından kabul görmesi noktasında ailelere büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Anne ve babalarının tutum ve davranışları, yetiştikleri ortam ve demografik özellikleri çocuğun kişilik özelliklerini derinden etkileyebilmektedir.

Çocukların başarılı ve sağlıklı bireyler olarak yetişebilmeleri için baskı ve stresten uzak ortamlara gereksinim vardır. Özellikle Türk toplumunda çocuğun daha çok anne tarafından büyütüldüğü varsayımı bulunmaktadır. Fakat değişen yaşam koşullarıyla birlikte gerek baba, gerekse de anne çalışmak zorunda olduğundan ebeveynler müşterek olarak çocuklarını büyütmek durumundadır. Dolayısıyla toplumun genelinde çocuk bakımımdan anneler kadar babalar da sorumludur. (Özyürek, Şahin, 2005: 20)

Annenin de ekonomik özgürlüğe sahip olması aile yapısını köklü bir şekilde değiştirmekte ve çocuğun gelişim sürecine doğrudan etki etmektedir. Çocuk ve aile etkileşimini olumsuz yönde etkileyen en temel unsur ise şiddettir. Şiddet “kişiye zarar verici eylem” olarak ifade edilmektedir. Şiddet sadece aileyi değil, toplumun genelini de olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle aile içi şiddet günden güne artış göstermektedir. Fiziksel, duygusal, siyasal ya da cinsel boyutlarda kendisini gösteren şiddet ailelerin geleceğini tehlikeye atmaktadır. Güler, Uzun, Boztaş ve Aydoğan’ın da ifade ettiği gibi şiddet uygulayanların %95’i erkek olmakla birlikte şiddete maruz kalanların %90’dan fazlası ağırlıklı olarak kadın ve çocuklardır. (2002: 128) Şiddete maruz kalan annelerin çocuklarına şiddet uygulaması ise düşündürücü bir diğer noktadır. Çocuk doğduğu günden itibaren yaşadığı çevreye duyarsız kalamamaktadır.

Şiddet ortamında yetişen ve sürekli şiddet gören çocuk zamanla saldırgan, kendine güvensiz bir kişi durumuna gelmektedir. Çünkü davranış bozuklukları 0-6 yaş döneminde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde şefkatli bir ortamda yetişen, ebeveynlerinden sevgi gören çocuk özgüven ve cesaret kazanmaktadır. Ancak anne ve babası tarafından sürekli sevgi gösterilen çocuk da şımarabilmekte, suça ve mutsuzluğa sürüklenebilmektedir. Bu nedenle ailenin çocuğa göstereceği sevgi ve ilgiyi de dozunda bırakması gerekmektedir. Bireyin kişilik özelliklerinin oluşumu 12 yaşına kadar devam etmektedir. (Solak, 2008: 29-32) Bu süreç içerisinde anne ve baba çocuğa karşı sergilediği her davranışa dikkat etmelidir. Şu unutulmamalıdır ki çocuk, kişilik gelişiminde rol model olarak ebeveynlerini almaktadır. Ailesi ile birlikte sağlıklı iletişim kurabilen çocuk, daha rahat bir şekilde sosyal ilişkilerini yürütebilmektedir. Hunter, çocukların gözlem yoluyla öğrendiğini vurgulamaktadır. Çocuklar genellikle, anne ve babalarının davranışlarını taklit etmekte ve böylelikle ebeveynleriyle özdeşleşmektedir. Ebeveynlerin sergiledikleri her türlü davranışı akli süzgeçlerinden geçirmesi gerekmektedir. Çocuğun sağlıklı tutum ve davranışlar sergileyebilmesi için öncelikle anne ve babaların anlayışlı olması şarttır. Bununla birlikte ailelerin ekonomik koşulları da çocuğun gelişim sürecine etki etmektedir. Maddi anlamda sıkıntı çeken ailelerin çocukları kimi zaman hayatta çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedir. (Çağdaş, Seçer, 2002: 60).

Ancak ekonomik bakımdan zengin olan ailelerin çocukları da şımarık bir şekilde yetiştirilebilmektedir. Bu noktada aileye önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Ailenin birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi çocuğun sağlıklı bir gelişim süreci içerisinde yetişmesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Çünkü aile ortamı içerisinde sağlıklı iletişim kuramaya çocuk, dış dünya ile kurmuş olduğu ilişkilerde çoğu zaman zorluk çekebilmektedir. Anne ve babanın sürekli kavga ettiği, ego kavgasına giriştiği karmaşık bir ortamda çocuğun düzenli bir hayat sürmesi oldukça zordur. Portes ve arkadaşları görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen sürekli tartışan ebeveynlerin yaratmış olduğu olumsuz ortamdan çocukların etkilenmesinin doğal olduğunu belirtmektedir. (Demircioğlu, Şahin, Günindi, 2011: 95) Ailenin iletişim sorunu yaşaması birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Saygı ve sevgi ortamının yok olması bu sorunların temelini oluşturmaktadır. Böylelikle çocuk giderek sorumsuzlaşmakta ve vazifelerini gerektiği ölçüde yerine getirememektedir. Çocukların yetiştirilmesi noktasında ebeveynler farklı yöntemler kullanmaktadır. Anne ve babanın hayata bakışı, yaşam tarzı ve çocukların sergiledikleri tavırlar yöntemlerin farklılaşmasına neden olmaktadır.

Ebeveynlerin birçoğu çocuğu sürekli kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Bu durum çocuğun ikileme düşmesine neden olmakta ve anlam dünyası belirsizleşmektedir. Ebeveynler zorlamanın olmadığı durumlarda çocuğun iyi eğitim alamayacağını düşünmektedir. Ancak bu pek doğru bir kanı değildir. Aksine çocuk ve aile etkileşiminde önemli olan anne ve babanın davranışlarıdır. Anne ve babanın davranışlarını örnek alan çocuk, hayatını onlardan gördüğü ve öğrendiği hareketlere, tutum ve davranışlara göre şekillendirmektedir. (Demiriz, Öğretir, 2007: 107) Anlaşılacağı üzere çocuk doğduğu günden itibaren anne ve babasına ihtiyaç duymakta ve onları gözlemlemektedir. Ebeveynlerin bu noktaları sürekli göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Ebeveynler ve çocuk sürekli iletişim içerisindedir. Bu açıdan aile yaşanan herhangi bir olay çocuğun psikolojisinin bozulmasına neden olabilmektedir. Çünkü annenin ya da babanın yaşamış olduğu herhangi bir olay doğrudan çocuğu da ilgilendirmektedir. Bu olaylar arasında hastalık, doğal afetler, zorunlu göç… vb. yer almaktadır. Ailelerin kimi zaman ekonomik zorluklar yaşaması oldukça doğaldır. Aile içi kavgaların büyük bir çoğunluğu ekonomik nedenlerden dolayı çıkmaktadır. Şayet aileler bu ortamdan etkilenir ve çocuğa da ruh hallerini yansıtırlarsa çocuğun gelişimi adına önemli problemler meydana gelebilmekte ve çocuk çok sevdiği aile ortamından soğuyabilmektedir. Çocuğun en büyük korkusu ölüm değil, anne ve babasından ayrı kalmaktır. (Yörükoğlu, 2000: 86-87) Bu açıdan aile içerisinde yaşanan her türlü sorun doğrudan çocuğun etkilenmesine neden olmaktadır. Çocuğun aile bireyleri ile kurduğu iletişim yaşadıkları ve öğrendiklerine göre değişiklik gösterebilmektedir. Anne ve baba bu iletişimi sürekli sıcak tutmak durumundadır. Çocuğun birey olarak yetiştirilebilmesi büyük önem taşımaktadır.

Bunu sadece bilinçli anne ve babalar gerçekleştirebilmektedir. Bu açıdan ebeveynler öncelikli olarak çocuğa kendi değerlerini tanıtmak zorundadır. Doğru ve yanlış eylemlerin neler olduğunu örneklerle açıklamak durumundadır. Fakat çocuğa yönelik yapılan en büyük yanlış onu ödül ve cezadan yoksun olarak yetiştirmektir. (Atabek, 1998: 80-81) Ödül ve ceza çocuğun bütün hareketlerinin denetim altında tutulmasını sağlamaktadır. Çocuk gelişim safhasında isteyerek ya da istemeyerek hatalı davranışlar içerisinde bulunabilmektedir. Ebeveynlerin yapılan hataları dikkate almamaları ve çocuğu uyarmamaları, çocuğun kişilik gelişimine doğrudan etki etmektedir. Çocuk ödül ve ceza yolu aracılığıyla bireyselleşmekte ve yaşadığı çevreyi, dünyayı idrak edebilmektedir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken başka bir ayrıntı bulunmaktadır. Çocuğun yaptığı hataları şiddetle cezalandırmak yanlışların en büyüğüdür. Bilinçsiz aileler kaba kuvvet kullanarak çocuğun cezalandırılacağını düşünmektedir. Küçük yaşlarda şiddetle tanışan çocuğun bilinçaltında yaşamış olduğu bu kötü sahneler, hayatının her noktasında karşısına çıkmaktadır. Bu açıdan ebeveynler çocuğa sağduyu ile yaklaşmalıdır.

Etkileşimli Sanal Bir Dünya: İnternet Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişim göstermesiyle birlikte internet hayatın her noktasına girmiş bir durumdadır. Bilgi, fotoğraf, görüntü, haber, metin ve verinin hızlı bir şekilde iletilebilmesi, oyun, elektronik posta, video konferans, sohbet odaları, sosyal paylaşım ağları gibi hizmetlerin varlığı internet teknolojisini çağımızın vazgeçilmezi durumuna getirmiştir. Bununla birlikte dezenformasyon (bilgi çarpıtma), bilgi kirliliği ve tekrarı, sahtecilik, fikir korsanlığı, yasa dışı işlemlerin internet üzerinden gerçekleştirilmesi bu teknolojinin dezavantajları arasında yer almaktadır. (Fuchs, 2013: 1) Olumsuz özelliklerine rağmen internet, iletişim alanının yeniden biçimlendirilmesini sağlamış ve etkileşim unsurunu bünyesinde barındıran yapay bir dünyanın oluşumunu sağlamıştır İnternet gelişim gösterdiği ilk günden itibaren üzerine büyük tartışmalar yürütülen bir teknoloji olmuştur.

En basit tanımıyla internet; bilgisayarlar arası dosya aktarımını gerçekleştiren sisteme verilen addır (Peterson, 2013: 4). Daha kapsamlı bir tanımla internet; “iki veya daha çok sayıda bilgisayarın birbirleriyle bağlantısı anlamına gelen bilgisayar ağlarının aralarında tekrar bağlantı kurmasıyla oluşan ve bu şekilde gittikçe büyüyüp gelişen, dünya çapında yaygın bilgisayar ağlarına dayalı bir iletişim sistemidir.” (İçel, 1998: 407) World Wide Web’in ortaya çıkışı interneti daha popüler bir duruma getirmiş, Web 2.0 sanal dünyada etkileşim olgusunun meydana gelmesini sağlamıştır. Bu sayede internet genel kullanımdan özel kullanıma doğru hızlı bir ivme kazanmıştır. Etkileşim olgusunun ortaya çıkmasıyla birlikte aktif kullanıcılar meydana gelmiş, tek yönlü iletişim yerini çok yönlü iletişime bırakmıştır.

Etkileşimli web uygulamalarının kullanıcı denetiminde olması ve bu uygulamalar arasından seçim yapabilme imkânı internetin yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Günümüzde internet tabanlı teknolojiler hızlı gelişim göstermekle birlikte, internet ürünü teknolojilerin ömrü bir o kadar kısadır. Aynı zamanda internet yeni bir ekonomik alan oluşturmakta, kullanıcılar yarı ya da tam zamanlı bir şekilde bu teknolojiden gelir elde edebilmektedir. 2000’li yıllarla birlikte internet teknolojisinin alt yapısı yenilenmeye başlamış, ADSL sisteminin gelişim göstermesiyle birlikte bu teknoloji ucuzlamış ve yaygın bir hal almıştır. (Gülnar, Balcı, 2011: 407) Bu sayede internet dünya çapında faydalanılan teknolojik bir sistem olmuş, internet aracılığıyla uzaktan eğitimi faaliyetleri ön plana çıkmaya başlamıştır. (Kaya, 2002: 8) İnternet sürekli gelişim gösteren ve dünya genelinde nüfuzunu arttıran etkin bir kitle iletişim aracı durumuna gelmiştir. İnternetin etkisini bu denli arttırmasında sosyal medyanın rolü büyüktür. Facebook, Twitter, Linkedin gibi sosyal paylaşım ağları internet teknolojisine olan ilgiyi giderek arttırmaktadır. İnternet tabanlı bir şekilde gelişim gösteren sosyal medyanın ana özelliklerini aşağıdaki şekilde sıralayabilmek mümkündür: (Mavnacıoğlu, 2009: 64). Kullanıcılar, zaman ve mekân sınırlaması olmadan paylaşım yapabilmekte ve karşılıklı bir şekilde görüş alışverişinde bulunabilmektedirler. İletişim belli kurallar içerisinde değil, daha samimi bir ortamda gerçekleşmektedir. Kullanıcıların üretmiş oldukları içerikleri mobil ortamlar aracılığıyla da paylaşabilmektedir.

Kullanıcılar kendi arkadaşlarını ve sosyal çevresini sosyal paylaşım ağları aracılığıyla takip edebilmekte, paylaşılan içeriklere yorum yapabilmektedir.

Sosyal medya bilgi kirliliği sağlamakta ve kimi zaman dezenformasyon kaynağına dönüşebilmektedir. Kullanıcılar sosyal medyada hem takip eden hem de edilen durumuna düşmekte ve mahremiyet zedelenmektedir. İnternet teknolojisinin güç kazanması bilgi ve veriye ulaşım açısından kolaylık sağlamış, böylelikle diğer kitle iletişim araçları üzerinden yayınlanan, sunulan içeriğe erişim imkânı ortaya çıkmıştır. Yeni medya üzerine araştırmalar yapan Manuel Castells, enformasyon ve bilgi teknolojilerinin toplumsal hayatı değiştirdiğini savunmaktadır. Ona göre; gerçek anlamda kitlesel bir iletişim gerçekleştirebilmek için internet ve kablosuz teknolojilere ihtiyaç duyulmaktadır. Castells, internetin yüz yüze iletişime farklı boyutlar kazandırdığını belirterek ağ toplumunun haberleşme teknolojilerinden fazlasıyla faydalandığını ifade etmektedir. (2012: 229) Castells’in de belirttiği gibi internet yaş sınırlamasını ortadan kaldırmaktadır. Her yaştan, her kesimden, her ülkeden farklı niteliklere sahip katılımcılar oluşan bu sanal cemaatin bir üyesi olabilmektedir.
Başta sosyal medyanın etkisiyle birlikte internet toplumsal bir katılım ortamı oluşturmuş, baskın ve tekdüze özellikler taşıyan geleneksel medyanın etkisini kırarak alternatif demokrasi ortamları meydana getirmiştir. (Dahlgren, 2009: 153) Sayısallaşan dünyanın etkisiyle birlikte bireylerin psikolojik, sosyolojik, ekonomik yapıları değişikliğe uğramaya başlamış, internet her ortamda başvurulan önemli bir kaynak durumuna gelmiştir.

Aile ve Çocuk Perspektifinden İnternete Bakış İnternetin yaygınlaşmaya başlaması sanal bir iletişim sisteminin oluşmasına neden olmuştur. Sanal iletişim ile birlikte geleneksel medya giderek çehresini değiştirmeye başlamış, böylelikle yeni medya adı verilen kapsamlı bir teknoloji ortaya çıkmıştır. Yakınsama (yöndeşme) imkânı tanıyan internet birçok kitle iletişim aracını bünyesinde barındırır bir hale gelmiştir. Sanal iletişim sosyal paylaşım ağları aracılığıyla kapsama alanını arttırmaktadır. (Kırık, 2013: 71) Toplumun en küçük birimi olan aile bireyleri açısından da internet ayrı bir öneme sahiptir. Çağımızda internet hayatı kolaylaştırması, farklı uygulama ve hizmetleri bünyesinde barındırması açısından çocukların yoğun ilgi gösterdiği kapsamlı bir teknolojidir. Yeni medya çağının etkisiyle birlikte çocuklar internetle çok erken yaşlarda tanışmakta ve bu teknolojiye yetişkinlerden çok daha kolay adapte olmaktadır.
İnternet, çocukların soyutlama yeteneklerini geliştirmekte, yaratıcılık ve eleştirel düşünme potansiyellerini arttırmaktadır. Bununla birlikte internetin birçok olumsuz yönü de bulunmaktadır. Bağımlılık ve çocuğun sürekli sanal ortamda bulunmak istemesi aileleri çoğu zaman endişelendirmektedir. (Arman, Bereket, Ateş: 2011: 165166)

Kendini sürekli yalnız hisseden, ifade etmekte zorlanan çocuklar için internet kaçış ortamı oluşturmakta ve onları yaşanan gerçeklikten koparmaktadır. Ayrıca sosyal ağlarda gezinme ve arkadaş bulma isteği çocuğu internet ortamına bağımlı bir hale getirmektedir. Sosyal paylaşım ağları ve sohbet odaları çocukların yoğun ilgisine sahne olmaktadır. Bazı sohbet odaları cinsel içerikli olabilmektedir. Çocuk, yaşını ve kimliğini saklayarak bu odalara girebilmekte, neticesinde büyük tehlikelerle karşı karşıya kalabilmektedir. Zararsız gibi görünen sohbet odaları hakkında ebeveynlerin birçoğunun gereken ölçüde bilgi birikimi mevcut değildir. (Freeman-Longo, 2000: 79) İnternet ortamında iletişim daha çok kelimeler ve semboller üzerinden gerçekleşmektedir. Kullanıcılar fiziksel bir biçimde değil sanal birliktelik aracılığıyla karşılıklı bir şekilde iletişim kurmaktadırlar. Dolayısıyla algı düzeyi kimi zaman düşebilmekte ve iletişim kopuklukları yaşanabilmektedir. Sadece çocuklar değil, ebeveynler de sohbet odaları ve sosyal paylaşım ağlarına ilgi gösterebilmektedir.

Çocukların ebeveynleri örnek aldığı ve taklit ettiği düşünülürse anne ve babaların internet karşısında çok daha dikkatli olmaları gerektiği anlaşılacaktır. Anne ve babalar çocuklarına daha iyi bir eğitim imkânı sunabilmek ve onları topluma faydalı bireyler olarak yetiştirebilmek için evlerine bilgisayar almakta ve internet bağlatmaktadırlar.

Kimi aileler ise internetin zararlı olduğu düşünerek çocukları sanal ortamdan uzak tutmaya çalışmaktadır. Bunun üzerine çocuk internet kafelere gitmekte, bilinçsiz bir şekilde sanal dünyada vakit geçirmektedir. Çocuğun denetimsiz bir şekilde internet karşısında vakit geçirmesi şu sonuçları doğurmaktadır: (Turan, 2008: 77-78). Sohbet odaları, e-posta grupları ve sosyal paylaşım ağları ebeveynler tarafından denetlenemeyeceği için çocuklar beklenmedik tehlikelerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Çocuğun kişisel bilgilerinin ele geçirilmesi ya da buluşmaya ikna edilmesi olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Çocuklar reklamlar aracılığıyla yanlış yönlendirilebilmekte ve zararlı (şiddet, pornografi) içeriklerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Ödül, oyun, hediye… vb. nedenlerle çocuklar sanal ortamda kandırılabilmektedir.

Sartori’nin günümüz teknolojisine yönelik görüşleri dikkate değerdir. Ona göre sayısal çağın rahatlığı, uyuşturucunun insanlara vermiş olduğu rahatlığa benzemektedir. Web sitelerinde dolaşma, karşılıklı oyun oynama, anonim bir şekilde oluşturulan kimlikler sanal dünyanın her yaştan her kesime sunduğu hizmet ve uygulamalar arasında yer almaktadır. Böylece toplum, içinde yaşanılan gerçeklikten koparak sanal dünyanın bir parçası haline gelmektedir.

Ailelerin internet konusunda gereken bilgi düzeyine sahip olmaması çocuğu olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Saphiro, bilgisayar ve internet teknolojisinin gelişim göstermesiyle birlikte sıcak iletişimin ve insani ilişkilerin zedelendiğini savunmaktadır. (Kır, 2008: 86) Kurulan soğuk iletişim nedeniyle bireylerin ufku daralabilmekte ve önlerine çıkan fırsatlardan yoksun kalabilmektedirler. Her toplulukta olduğu gibi ailede de hiyerarşik bir düzen bulunmaktadır. İlk eğitim toplumun en küçük birimi aile içerisinde yer alan anne ve baba tarafından çocuğa verilmektedir (Elmacıoğlu, 2012: 69-70). Bu açıdan ebeveynlerin çocuğa karşı görev ve sorumlulukları bulunmaktadır.

Özellikle internet konusunda ailenin çocuğa aydınlatıcı bilgiler sunması ve çocuğu olumlu bir şekilde yönlendirmesi bireysel gelişim açısından büyük önem arz etmektedir. Karan (2006: 36-38), ebeveynlerin, çocukları internetin zararlı etkilerinden koruyabilmesi adına dikkat edilmesi gereken noktaları şu şekilde sıralamaktadır: Ebeveynler, çocuklara özgüven aşılamalı ve olumsuzluk teşkil edecek davranışların önüne geçilebilmesi adına çocuklarla paylaşımda bulunmalıdır. Çocuklarla sürekli diyalog kurulmalı ve internet ortamında neler yaptığı öğrenilmelidir. Çocuğa kişisel bilgilerin önemi anlatılmalı ve bu bilgilerin kimseyle paylaşılmaması gerektiği izah edilmelidir.

Ebeveynler kimi zamanlar çocukla birlikte internet başına oturmalı ve onlara sanal âlemin avantaj ve dezavantajları aktarılmalıdır. Çocuklara internette de reel dünyada olduğu gibi davranması gerektiği öğretilmeli ve saygı unsurunu elden bırakmamaları gerektiği vurgulanmalıdır.

Çocuklara, etik ve ahlak kurallarına internette de uyulması gerektiği aşılanmalıdır. Çocuklara telif haklarının önemi anlayacakları bir şekilde anlatılmalı ve yapılan paylaşımlarda dikkatli olunması gerektiği öğütlenmelidir. Koruyucu ve takip edici programlar kullanılmalı ve çocuğun aktivitelerinden haberdar olunmalıdır. Çocuğa internet ortamında yanlış bilgilerin olabileceği aktarılmalıdır. Çocuk sanal arkadaşlıklara değil, reel arkadaşlıklara yönlendirilmeli ve arkadaşlığın önemi vurgulanmalıdır. Anneler ve babalar çocukların geleceklerine ve kaderlerine doğrudan etki edebilmektedir. Bu açıdan ebeveynlerin birbirleriyle uyumlu bir şekilde hareket etmeleri çocuğun gelişimi açısından önem arz etmektedir (Solak, 2008: 45). Bilgi ve kültür düzeyi yüksek bir ailede yetişen çocukla, bunun tam tersi bir ortamda hayata hazırlanan çocuğun olay ve olgulara karşı tutumu çok farklı olmaktadır. Dolayısıyla öncelikle ailenin internet alanında gerekli bilgi düzeyine sahip olması beklenmektedir. Ailelerin internet konusunda yeterince bilgiye sahip olamaması çocukların bu mecraya farklı bir şekilde yaklaşmasına neden olmaktadır.

Çocuklara internetin detaylı bir şekilde aktarılabilmesi, sanal ortamın avantajlarının-dezavantajlarının aktarılması ve onların doğru bir şekilde yönlendirilebilmesi için öncelikle anne ve babaların internet konusunda bilgi sahibi olması daha sağlıklı bireylerin yetişmesine temel teşkil edecektir.

Ebeveynlerin İnternete Yönelik Tutumları Sağlıklı bir aile içi iletişimin temelini anne ve babaların çocuklara yönelik olumlu tutum ve davranışları oluşturmaktadır. Bununla birlikte çocukların istek ve arzularının ebevenyler tarafından dikkate alınıp alınmaması aile içi ilişkilerin farklı bir boyut kazanmasına neden olmaktadır. Özellikle internetin cezbedici ortamı ve çocukların bu mecrayı çeşitli amaçlarla kullanması ebeveynlerin sanal dünyaya bakışını değiştirebilmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin internete yönelik tutumları tespit edilmeye çalışılmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Ali Murat Kırık
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi

“Dolayısıyla toplumun genelinde çocuk bakımımdan anneler kadar babalar da sorumludur."




Okul Öncesi Çocuklarda Uyum ve Davranış
Problemleriyle Başa Çıkmada Ailenin Rolü

Okul öncesi dönemde birçok nedene bağlı olarak çocuklarda problem davranışlar meydana gelebilmektedir.
Problem davranışların bir kısmı gelişim sürecinin bir parçası olmakla birlikte gelişim süreci sonrasında da sıklıkla devam ediyorsa problem olarak değerlendirilmektedir. Diğer taraftan çocuğun sosyal ve duygusal gelişim sürecinin sağlıklı gerçekleşebilmesinde aile önemli bir etkendir. Aile ve ailenin bulunduğu sosyal çevreye ilişkin faktörler çocuğun olumlu ya da olumsuz davranış biçimlerini kazandırmaktadır. Eşler arası problemler ve bu problemlerin boyutları, boşanma, anne ya da baba yoksunluğu, anne baba tutumları ve anne babanın çocukla iletişim biçimi, cinsiyete göre farklı davranış biçimleri ailenin etkisinde kaldığı kültürel özellikler çocuklardaki problem davranışların boyutunu belirleyebilmektedir.

Problem davranışlarla başa çıkmak için öncelikle çocuğun aile ile olan ilişkilerinin düzenlenmesi; ailenin ebeveyn olma becerileri, çocuk gelişimi ve eğitimi ve problem çözme becerileri gibi konularda bilgi ve becerilerini arttırmaları gerekmektedir. Bu bağlamda makalede okul öncesi dönemde görülen uyum ve davranış problemlerinde ailenin yeri ve önemi üzerinde durularak konu ile ilgili ailelere önerilerde bulunulmuştur. Çocukluk döneminde zaman zaman yalan söyleme, izinsiz eşya alma ve benzeri yanlış davranışlar görüldüğünde aileler büyük bir şok yaşarlar. Çocuğu suçlu sandalyesine oturtarak bir detektif gibi olayların gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya çalışarak çocuğun suçuna eşdeğerde ceza verme arayışına girerler. Ancak bu tür davranışlar problem davranışlarla başa çıkmada etkili bir yol değildir (Bailey, 2006:1).

Okul öncesi dönemde uyku, temizlik-tuvalet, yemek yeme problemleri, söz dinlememe, savurganlık, yalan söyleme, inatçılık, kıskançlık, saldırganlık, utangaçlık, korku, parmak emme, tırnak yeme, toprak, kireç vb. maddeleri yeme ve sosyal ortamlardan kaçma gibi birçok davranış problem durumu olarak ortaya çıkabilmektedir (Aydoğmuş,1999:146-149;Poyraz ve Özyürek,2005:1). İzinsiz eşya alma, gerçek dışı olaylar anlatma, hareketlilik, inatçılık vb. problem davranışlardan bazıları gelişim döneminin bir özelliği olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu davranışları sergileyen çocuk davranışının yanlış oluşuna ilişkin bir bilgiye sahip değildir. Böyle durumlarda anne ve babalar çocukları suçlamak ya da cezalandırmak ve aşırı tepki göstermek yerine çocuğun gösterdiği davranışın doğru olmadığına ilişkin eğitimsel bir süreci başlatmaları gerekmektedir. Zira yapılan ilk yanlış davranışın görmezden gelinmesi çocuğun bu davranışı içselleştirerek normal bir davranış kalıbı olarak görmesine neden olabilecektir. Aşırı tepki ise problemin daha da kötüleşmesine neden olabilir.

Davranışların problem olarak değerlendirilmesinde davranışın yaşa uygunluğu, yoğunluğu, sürekliliği ve cinsiyete göre normalden farklılaşan eğitimler içermesi gibi noktaların dikkate alınması gerekmektedir. Söz konusu noktalarda müdahale edilmesi gereğinin ortaya çıkması durumundaeğitimcilere ve ebeveynlere önemli görevler düşmektedir. Zira problem davranışlara sahip olan çocuklar, huzursuzluk, dikkatsizlik, güvensizlik, korkaklık, duygusal açıdan tutarsızlık, antisosyallik, akademik başarısızlık vb. özellikler gösterebilmektedirler (Kanlıkılıçer,2005:5).

Problem davranışlar uygun eğitimsel süreçten geçirilerek önlenemediğinde, çocuğun kişiliğinin bir parçası haline gelerek yaşamın diğer yıllarında suç içeren davranışlar, akademik başarısızlık ve toplumla önemli ölçüde uyum sorunu yaşayan bireylerin ortaya çıkma olasılığını güçlendirmektedir ( Rocha-Decker,2002:1). Bu durumda anne ve babaların ebeveynlikle ilgili becerileri ve çocuğun gelişimsel sürecine ilişkin bilinç düzeyleri önemli rol oynamaktadır.

Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yapılan bir çok araştırma sonucu çocuklarda söz konusu problem davranışların ortaya çıkması ve devam etmesi sürecinde ailenin önemli etkisinin olduğunu ortaya koymuştur (Brophy,1996:1; Yörükoğlu, 1998: 349;Gimpel ve Holland 2003:14;Engels vd., 2004:7). Bu nedenle çocuklardaki problem davranışların azaltılmasında anne baba ile çocuğun ilişkisini temel alan ve ebeveynlerin çocuklarıyla olumlu ilişkiler geliştirmelerini desteklemek amacıyla geliştirilmiş eğitim programları düzenlenmektedir.

Dr. Saide ÖZBEY

“Anne ve babaların ebeveynlikle ilgili becerileri ve çocuğun gelişimsel sürecine ilişkin bilinç düzeyleri önemli rol oynamaktadır."




Depresyon ve anksiyete bozukluğu olan ebeveynlerin
çocuklarında görülen ruhsal bozukluklar

Ebeveynlerin ruh sağlığının, çocuğun ruhsal gelişiminde etkisi ve önemi büyüktür. Ebeveynlerinde ruhsal bozukluk olan çocukların sağlıklı ebeveynlerin çocuklarına göre daha fazla ruhsal bozukluk tanısı aldığını bildiren birçok çalışma mevcuttur.1-3 Çalışmalar, ebeveyn psikopatolojisinin çocuklarda sadece genetik yatkınlığa yol açmakla kalmadığını, farklı olumsuz faktörleri de beraberinde getirdiğini göstermektedir.

Ebeveyn psikopatolojisi anne-baba çatışması, anne-baba-çocuk ilişkisi, kişiler arası ilişkilerde olumsuzluklar ve strese yol açarak ruhsal bozukluk gelişme riskini arttırmaktadır. 4 Majör depresif bozukluk (MDB) ve anksiyete bozukluğu (AB) olan ebeveynlerin çocuklarında ruhsal hastalık gelişme riski artmıştır.
1,3 Ruhsal bozukluğu olan ebeveynler sıklıkla çocuklarında aynı hastalığın gelişip gelişmeyeceğini merak etmektedir. Bu nedenle doğru risk değerlendirmesi; hastalar ve aileleri ile iyi bir iletişim, tedavi ve takip sürecinin etkinliği açısından önemlidir. Aynı zamanda erken müdahale şansı için de bu ilişkinin tespiti gereklidir.

Yıkıcı duygudurum düzenleyememe bozukluğunda (YDDB) yoğunluk ya da süre açısından orantısız sözel veya davranışsal yineleyici ağır öfke patlamaları söz konusudur ve haftada üç ya da daha çok kez ortaya çıkması gerekmektedir. Ayrıca, bireyin öfke patlamaları arasındaki duygudurumu çoğu günlerde ve günün büyük bir kısmında sürekli olarak sinirlidir. Tanı, 6 ile 18 yaş arasındaki kişilerde sınırlandırılmıştır. Ancak semptom başlangıcı genellikle 10 yaşından önce olmalıdır.

Yıkıcı duygudurum bozukluğu ve diğer psikopatolojiler Mersin Univ Sağlık Bilim Derg 2021;14(2) 244 YDDB, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal el kitabının (DSM-5) 5. baskısında yeni bir tanı olarak sunulmuştur.

Depresyon ile ilişkili bozukluklar bölümünde yer almaktadır. Nüfus temelli çalışmalarda, çocuklarda kronik sinirliliğin ebeveynlerdeki depresyon ve anksiyete ile ilişkisi olduğunu saptamıştır.

6-9 Öfke patlamaları ve irritabilite gibi YDDB semptomları, MDB olan ebeveynlerin çocuklarında en sık görülen semptomlar arasındadır. Ebeveynlerinde depresyon öyküsü olan çocukların irritabilite açısından risk teşkil ettiği bildirilmektedir.

Maternal depresyonun ergenlik ve erişkinlik döneminde içselleştirme, dışsallaştırma ve dikkat problemleri ile ilişkili olduğu, maternal depresyon şiddetinin çocukta bu gibi olumsuz süreçlerin gelişimini daha da arttırdığı bildirilmiştir.


Mersin Üniv Sağlık Bilim Dergisi 2021;14(2):242-252
Seda Bozduman, Gülen Güler Aksu, Fevziye Toros

“Ebeveynlerin ruh sağlığının, çocuğun ruhsal gelişiminde etkisi ve önemi büyüktür."